Şimdi bu durum bizlere şu açıkça gösteriyor ki adil bir dünya hayali pek de mümkün değil çünkü eski kolonyal güçler de bizzat sömürgelerine bağımlı hale gelmiş vaziyetteler.
Birçok farklı medya organının yanı sıra Guardian’a da yazılar yazan Afrikalı barış aktivisti Mawuna Remarque Koutonin makalesinde, Fransa’nın 14 sömürgesi ile yaptığı iddia edilen “Kolonileşmenin Sürdürülmesi Antlaşması” adındaki bir belgenin varlığından söz ediyor. Bu tarz bir “antlaşma” resmi, yazılı ve hukuki bir formda zaten var olmadığından biz de haberimizde söz konusu “antlaşmaya” dair kısmıma yer vermedik.
Ancak ortada hala avro ile bağlantılı bir “kolonyal para birimi” olan Orta Afrika CFA frangı var. Afrika’da huzursuzluğa neden olmayı sürdüren CFA ile ilgili olarak ilk kez 2017’de BBC haber yapmıştı. Le Monde ise CFA’nın varlığının etkilerini daha net ortaya koyanlardan. Buna göre, CFA’nın avro ile bağlantılandırılması Fransa’ya muazzam bir avantaj sağlıyor. Paris öte yandan söz konusu avantajı jeopolitik çıkarlarını gerçekleştirmek için de kullanıyor.
Her şey bir yana Afrika devletleri -kendi istek ve arzularının dışında gerçekleşmemiş olsa da- CFA ile birlikte artık işlerine gelecek şekilde, aynı zamanda konvertibl olan bir para birimine kavuşmuş oldu. Ancak CFA’yı kullanan Afrika ülkeleri yine de, geleneksel kredi bağımlılıkları nedeniyle mali ve finansal açıdan kısıtlı bir hareket imkanına sahipler. Öte yandan CFA’nın avro ile bağlantılandırılmış olması nedeniyle Afrika devletlerinin CFA’ya dair para politikaları kararlarında etkili ve etkin olmalarının önüne set koyuyor. Bu anlamda kontrol ve karar tamamen şeffaflık ve ilkesel bir çizgi izleyen Avrupa Merkez Bankasında.
Fransa’nın Afrika’daki kolonileri 1950 ve 60’lı yıllarda bağımsızlıklarını ilan etmeye karar veridiler. Paris yönetimi söz konusu bağımsızlık talep ve açıklamalarını resmen kabul etmekle birlikte, kolonilerle sıkı iş birliğinin sürdürülmesi şartını koştu. Bağımsızlıklarını ilan edecek ülkeler bununla birlikte CFA’yı kullanmayı, Fransız eğitim ve ordu sistemini sürdürmeyi ve resmi dil olarak Fransızcayı kullanmayı taahhüt ettiler.
Varılan anlaşmalar kapsamında, 14 Afrika ülkesi daha önce olduğu üzere, parasal varlıklarının yüzde 85’ini Paris’teki Merkez Bankasında saklamayı taahhüt ettiler. Parasal varlıklar burada doğrudan Fransız Maliye Bakanlığının kontrolü altında oluyor. Ayrıca ilgili ülkelerin söz konusu rezerv paylarına erişim hakkı da bulunmuyor. Ülkelere kalan yüzde 15’lik kısmın yetmemesi halinde ise Fransa bu ülkelere kendi paylarından ancak piyasa oranlarında faizle ödünç verecek. İşte Paris yönetimi 1961’den yana Benin, Kamerun, Mali, Senegal, Fildişi Sahili, Burkina Faso, Nijer, Ekvator Ginesi, Gine-Bissau, Çad, Kongo, Orta Afrika Cumhuriyeti, Gabon ve Togo’nun parasal rezerv ve kaynaklarını kendi kontrolü altında tutuyor.
Mawuna Remarque Koutonin’in de makalesinde belirttiği üzere, söz konusu ülkeler tüm bunlarla birlikte, Fransa’nın bu ülkelerde gerçekleştirdiği altyapı hizmetlerinden kaynaklanan “kolonyal borçlarını” her yıl Paris’e aktarmak mecburiyetindeler. Fransa bu şekilde her yıl yaklaşık 440 milyar avro gelir sağlıyor. Paris hükümeti aynı zamanda söz konusu ülkelerde keşfedilen hammadde kaynakları üzerinde öncelikli satın alma ve işletme hakkına da sahip. Bununla da bitmiyor, nihayetinde söz konusu eski sömürgelerde verilecek iş ve ihalelerde Fransız şirketlere öncelik verilecek. Böyle olunca da eski Fransız sömürgelerinde gıda, finans, ulaşım ile tarım ve ziraate kadar çoğu sektör Fransız kuruluşların elinde.
İlgili ülkelerin yönetim kademesinin talepleri karşılamaktan başka seçeneği yok. Afrikalı politikacılar reddederse, bir suikast girişimiyle veya hükümetin devrilmesiyle karşı karşıya kalırlar. Son 50 yılda 26 Afrika ülkesinde toplam 67 darbe gerçekleşti. Bu 26 ülkeden 16’sı Fransa’nın eski kolonileri.
Bunun bir örneği, Batı Afrika’daki Togo’nun, ilk devlet başkanı Sylvanus Olympio’dur. Fransa’nın kurallarına göre hareket etmeyi reddetti. Ancak Fransa, Togo’nun Fransızların sömürge döneminde inşa ettiği altyapı için tazminat ödemesinde ısrar etti. Bu tazminat miktarı 1963’te yıllık Togo bütçesinin yaklaşık yüzde 40’ını oluşturuyordu ve yeni bağımsız olan ülkenin ekonomisini zorladı.
Ek olarak, Togo’nun yeni devlet başkanı sömürge para birimi CFA frangını kaldırmaya ve kendi ulusal para birimini basmaya karar verdi. Bu karardan sadece üç gün sonra, yeni hükümet bir grup eski Lejyonerler tarafından devrildi ve başkan öldürüldü. İngiliz Telegraph gazetesinin haberine göre lejyonerlerin lideri Gnassingbe Eyadema, saldırı için Fransız büyükelçiliğinden 550 avroya eşdeğerinde para aldı. Dört yıl sonra Eyadema, Paris’in desteğiyle Togo’nun yeni Başkanı oldu. Batı Afrika ülkesinde zalimce bir diktatörlük kurdu ve 2005’teki ölümüne kadar iktidarda kaldı.
Sonraki yıllarda, Paris’teki hükümet, eski kolonilerdeki hoş olmayan hükümetleri devirmek için defalarca eski Lejyonerlere başvurdu. Orta Afrika Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı David Dacko, 1966’da Lejyonunun eski üyeleri tarafından devrildi. Aynısı Burkina Faso’nun cumhurbaşkanı Maurice Yameogo ve Benin’in devlet başkanı Mathieu Kerekou ‘ya da oldu. Mali Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı Modiba Keita da 1968’de eski lejyonerler tarafından yapılan bir darbenin kurbanı oldu. Sadece birkaç yıl önce, o da Fransız sömürge para birimini kaldırmaya karar vermişti.
Buna karşılık, diğer sömürge güçleri bu tür müdahalelerde bulunmaktan vazgeçtiler. İngiltere, dersini 1763 Amerikan Devrimi sırasında almak zorunda kaldı. Amerikan devrimin tetikleyici nedeni, Büyük Britanya’nın Fransız ve Hint savaşlarının maliyetlerini Amerikan kolonilerine yükleme kararıydı. Buna karşılık Boston Çay Partisi ile sonuçlanan protesto hareketi nihayetinde bağımsızlık savaşı ve 1776’da Amerika Birleşik Devletleri’nin kurulması ile sonuçlandı. 1778’de İngiliz Parlamentosu Kolonilere getirilen vergilerle ilgili bir yasa kabul etti. Bu şekilde Büyük Britanya, “İngiliz Amerika” ve “İngiliz Batı Hint Adaları” kolonilerinin satışları üzerindeki vergi harçlarından feragat etti.
Aynı durum Avustralya ve Kanada gibi eski koloniler için de geçerlidir. Bunlar hala “Milletler Topluluğu” na aittir ve bu nedenle resmi olarak İngiliz kraliyet ailesine tabidir. En azından 20. yüzyılın başlarında ülkelerin bağımsızlık ilanlarından bu yana vergilendirme yalnızca yerel yönetimlere aittir.
Haber7